Medreseler

1. Büyük Medrese/Yukarı Medrese:

Yatağan’a XIX. ve XX. yüzyıl boyunca etkinliğini kazandıran en önemli amillerden birisi, medresesidir. Çevrede büyük ün kazanmış, çevre sancaklardan, Burdur, Antalya (Teke), Menteşe (Muğla) ve Aydın yöresinden de talebeler gelmiştir. XIX.yüzyıl sonlarındaki durumunu yansıtan Ali Vehbi’ye göre, “burası, îç Anadolu’da Konya’dan sonra gelen medreselerin en mütekâmilidir”

a. Kuruluşu:

Yatağan’daki Büyük Medrese’nin kurucusu Koca Hacı Mustafa Efendi, aslen Hacı Kâyâlardan Ömer adlı bir zatın oğludur. Küçükken yetim kalmış, zengin olan halasının teşviki ile Tazkırı’nın Apa köyündeki Tadzâde medresesinde okuduktan sonra. Burdur’a Çeşmecizâde’nin yanına gitmiştir. İcâzet aldıktan sonra İstanbul’a da gitmek istemiş, fakat hocasının ısrarı üzerine, Yatağan’a dönerek 1185/1771-72 senelerinde medresesini kurmuştur. Buna göre, 1750 yıllarında doğmuş olmalıdır. Bu arada hacca da gitmiştir.

Koca Müderris, bu tarihten sonra öğretim hayatına devam etmiş, iki kızı olmuştur. Rivâyete göre 1226/1811 tarihinde vefat etmiştir. Kabri önce Ortacâmi yanında iken, 1940’larda aşağı kabristana nakledilmiştir. Kemiklerinden uzun boylu ve heybetli birisi olduğu anlaşılıyor.

Bu yıllarda Yatağan’da Yatağan-baba ve Abdi Beğ-Sultan tekkeleri hayli etkili idiler. Koca Müderris, önceleri bazı güçlüklerle karşılaşmış, fakat şahsi meziyetleri ile bunları yenmiştir.

Medrese-Yatağan-baba Tekkesi Çekişmesi

Mahallî rivayetlerin ortaya koyduğu bazı gerçekler, umumi tarihî akışa da uygun düşmektedir. Meselâ, Medresenin güçlenmesi, Yatağan’da, bazı dengeleri bozduğundan şikâyet edilmiştir. Zira Medresenin takip ettiği zihniyet, Yatağan tekkesinin umumî gidişine karşı gibiydi. Yatağan-baba tekkesine karşı yürütülen takibat ile ilgisi henüz kesinlikle söylenmeyecek olan şu olay dikkate değerdir:

Yatağan’daki medrese müderrisi H. Mustafa Efendi, Teke mütesellimine şikâyet edilir. Teke mütesellimi, yanında muhtemelen kaza voyvodası olan Yazırlı Ömer Bey olduğu halde Yatağan’a gelerek, 500 serdarı ile Yukarı-tekkeye misâfir olur. Teke müteselliminin, müderris H. Mustafa Efendi’yi cezalandırmaya geldiğini herkes bilmektedir. Buna rağmen Müderris H. Mustafa Efendi, Mütesellimin davetine icabetle, rahat bir şekilde yanına gider. Mütesellim, Müderrise karşı iyi davranır; H. Mustafa Efendi, heybetli yapısı, güleç yüzü ile Mütesellimi etkilemiş, neticede cezalandırmaya geldiği Müderrisi mükâfatlandırmak istemiştir.

Müderrisin bir câmi yapılmasını istemesi üzerine, bunu Hacı Ömer Ağa’ya emretmiştir. Ancak Koca Müderris, bu zatın servetinin halka zulmederek kazandığını ifâde ile karşı çıkmış, bunun üzerine câmiyi Teke Mütesellimi kendisi yaptırarak Yarışlı Değirmenini vakfetmiştir (1809). Keza Mütesellim, Medrese’de öğretim için yeterli kitap bulunmadığını öğrenince, Antalya’dan bazı kitaplar göndererek vakfetmiştir (Bu kitaplardan birisinin üzerindeki 26. 06. 1809 tarihi, olayın geçtiği zamanı belirlemekte çok yararlı olmuştur).

Medrese-Abdibey Sultan Tekkesi Yakınlaşması

I. Mahmud, 1826’da Yeniçeri ocağını yok ettikten sonra, Bektaşilere karşı da acımasız bir takibata geçmişti. Birer fesat ocağı diye, ülkedeki Bektaşi tekkelerinin sadece türbe kısımlarının bırakılarak yıkılması için, bütün ülkeye yetkililer gönderilmişti. Bunun üzerinedir ki, Yukarı-tekke mensupları, Medreseye gelerek himayelerini istemişlerdir. Müderris Mustafa Efendi, Abdi Bey-Sultan tekkesi hakkında olumlu düşünceler beyan edince, bu tekke tahripten kurtulmuş olmalıdır. Yukarı-tekke ile Medrese arasındaki iyi münasebetler, her zaman devam etmiştir.

b. Medresenin Güçlenmesi

Koca Müderris’in damadı da Mustafa adını taşımaktadır. Aslen Aksekili ve Mahmud’un oğlu olan bu zat, medresede okumuş ve sonra Koca Müderris’e damad olmuştur. Kayınpederinin vefatından sonra, Yatağan medresesinde 2 yıl kadar müderrislik yapmış, 1831 başlarında ölmüştür.

Babasının vefatı sırasında küçük olan Mustafa, bir süre kendi medreselerinde okuduktan sonra Konya’nın Hadim kazasına giderek tahsilini tamamlamıştır. Döndükten sonra babasının medresesinde müderris ve kaza müftisi oldu. Bir ara Rados’a gitmiş, daha sonra 1858 başlarında gittiği hac dönüşünde, Mısır’da Circe’de vefat etmiştir. Muhtemelen bu zat, es-Seyyid Mustafa el-Yatağanî/1262/1846 tarihinde bir eser kaleme almıştır.

Kara Müfti’nin hemşehrisi, Aksekli (Cemerler köyünde) Şakir Ali Efendi de, 1835-36 yıllarında Ormana’da bir süre tahsil ettikten sonra, Yatağan’a gelerek medreseye devam etmiştir. Tahsili sırasında göze çarpan Şakir Ali Efendi, daha sonra Kara Müfti’nin damadı olmuş, Medrese’de kalmıştır. Şakir Ali Efendi, özellikle 1860 yıllarında Kara Müfti’nin de vefatından sonra, Yatağan’da bazı güçlüklerle karşılaşmış, bir ara Kayşar’a gitmek zorunda kakmıştır. Ancak daha sonra Yatağanlılar kendisini dâvet edince, yeniden dönmüştür.

Anlaşılıyor ki, 1860 yıllarında Yatağan’da, büyük Medrese etkinliğini azaltmış olmalıdır. Zira Şakir Ali Efendi’nin oğulları tahsilde ve küçüktürler. Bu sırada öteki iki medrese, Hacı Karaca ve Apalızade medreseleri Osman ve Apalı Mustafa Efendiler idaresinde daha canlı ve etkili idiler.

Yukarı Medrese, Şakir Ali Efendi’nin büyük oğlu Mehmed Said Efendi’nin 1862-66 arasında Konya’da, daha sonra İstanbul’daki tahsilini bitirip, 1870’lerde dönmesi ile yeniden canlanmıştır.

Yatağan Medresesinin son dönemdeki şöhretinin asıl kaynağı. Koca Hoca diye de ünlü Hacı Şeyh Mehmed Said Efendi’dir. Tahsilini bitirip Yatağan’a döndükten sonra, büyük bir gayretle çalışmaya başlamış, Medrese’ye yeni binalar, hücre ve dersâneler eklemiştir. Câmi’deki kitabenin de gösterdiği gibi, bu tamirat, 1292/1875 tarihinde tamamlanmış olmalıdır, böylece faaliyete başlayan Koca Hoca’ya, kardeşleri (Mahmud Me’sud, Abdurahman ve Ahmed) ile, birer birer büyüyen oğulları yardımcı oldular.

Yatağan Medresesi, en parlak ve olgun dönemini, bu zatın idaresinde yaşamıştır, Mehmed Efendi, aynı zamanda, Seydişehrili Şeyh Abdullah Efendi’ye bağlı bir nakşibendî şeyhi idi. Intisabı 1303/1887 de oiup, sonraki senelerde sık sık ziyâret etmiştir.

1904 senesi sonlarında oğlu Mustafa ile birlikte hacdan 16 Nisan 1905 tarihinde dönmüştür. Ali Vehbi’ye göre 60 yıl kadar müderrislik yapmış, bu süre içinde onbir defa icâzet vermeye muvaffak olmuştur.

Hacı Şeyh Mehmed Efendi’nin, “Allah bütün arzularımı yerine getirdi; bir şehit babası olamadım dediği söylenir. Bu arzusu, evlâdından birkaçının şehid ve gâzi olması ile gerçekleşmiştir.

20 Kasım 1915’de vefat etmiştir. Onun vefatı, bir bakıma Yatağan Medresesi’nin de sonuna işârettir.

c. Sönmesi:

Yatağan Medresesi, 1914 yazında seferberliğin ilânı üzerine talebe ve öğretim kadrosundaki bazı hocaların askere alınması ile boşaldı. Sene sonlarında başlayan savaş sırasında ise, artık öğretim büyük çapta durmuştur. Bu arada 1915 sonlarında da Koca Hoca vefat etmiştir.

Seferberlik sırasında, askerlik çağına gelmiyen bir kısım gence Koca Hoca’nın büyük oğlu Arif Efendi ders vermişse de, devrin şartları gereği bu önemli olmamıştır. Milli mücâdele sırasında da güçlük ve sıkıntılar devam ediyordu. 1922’de zaferin kazanılmasından sonra talebeler gelince, yeniden hevesle tedrisâta başlandı. Ancak 1924 Mart’ında kabul edilen Tevhid-i Tedrisât Kânünu ile, medreselerin bağımsız idâreleri kaldırılmış, Yatağan Medresesi de fiilen kapanmıştır. Bir yıl sonra, 1925 gündönümündeki büyük sel felâketinin zararlarını önlemek için, talebe hücreleri yıkılıp, kerestesiyle sed yapılmaya çalışıldı. Böylece 1924 ve 25 yıllarındaki iki olay, Yatağan Medresesi’nin sonu oldu.

Günümüzde medreseden câmi ile bazı dersâneler kalmıştır. Bu arada Koca Hoca’nın dersânesi çok harab durumda bulunmaktadır.

d. Yatağan Medresesi’nin yapısı ve işleyişi:

Yatağan’daki Büyük Medrese, köyün kuzey-doğusunda, Yatağan yamacında bulunmaktadır. 1770 yıllarına ait ilk yapısından pek iz kalmamıştır; Nitekim câmi de ancak 1810 yıllarında yapılmıştır.

Yatağan Medresesi, planından da anlaşılacağı gibi, kısa kenarı kuzeyde olan dikdörtgen bir avlu etrafında kurulmuştur. Güneydoğu köşesinde câmi bulunmaktadır. Diğer medreseler gibi, Yatağan Medresesi’nde de asıl önemli olan “talebenin sığınma ve barınmasına” elverişli hücrelerdir. Bu talebe ‘hücreler’i, dörtgen avluyu, arada bazı dersâneler bırakarak dört bir yandan sarar.

Hücreler hem yatıp kalkmaya, hem de ders çalışmaya yarar. Güney ve batı kanadındaki hücreler iki katlı, üzeri de kiremit örtülüdür. Ancak hücrelerin büyük kısmı tek katlı kara (toprak) örtülü odacıklardır. Bazı yerlerde ‘şerik’ adıyla kümelere ayrılan talebelerin topluca okumalarına yetecek genişlikte bir veya iki katlı dersâneler vardır .

Batıda iki katlı ve kiremit örtülü büyük dersane Koca Hoca, Hacı. Şeyh Mehmet Efendi’nin dersânesi idi. Doğusunda, kıvrımına yakın yerde Arif Efendi, hemen yakınında Hacı Mustafa Efendi dersaneleri bulunur. Mahmud Hoca ve Şakir Hoca dersâneleri, doğu kapısında yer almaktadırlar. Said Hoca’nın yeri ise, giriş kapısının üstüdür.

Medrese, hesyet-i umumiyesi ile yamaçta yer aldığından, orta ve üst kademeler halinde düzenlenmiştir. Üst kademe cami ile aynı hizada olup, burada bir de şadırvan ve havuz bulunur. Daha alt kademe çayırlık olup, bazen mollalar burada güreş tutarlardı. En alt kademede Koca Hoca dersânesi olup, asıl giriş bu yöndedir.

D: Dershane        
M: Mescid
1: Bakkal
2: Şadırvan
3: Havuz
4: Ana giriş (Cümle kapısı)
5: Fırın
6: Talebe örtüleri: tek katlı, kara örtü
7: Talebe örtüleri: iki katlı, kiremit örtü
8: Abdestlik ve gusulhane
9: Ahır
10: Çayırlık
(S. Akşit'in planından tadilen)
e. Talebe sayısı:

Yatağan Medresesi, altmış Uç hücreli idi. Genellikle bir hücrede iki talebe kaldığı tasavvur edilerek, resmi talebe sayısı 126 olarak belirtilir. Oysa gerçekte sayı çok daha fazladır, nitekim Ali Vehbi merhum 500-1.000 tahmin ederken, Salname-i Nezâret-i Maarif-i Umumiye (4. sene, 1319/1901, s.434-435) Yatağan’daki Şakir Efendi medresesinde 126 talebe bulunduğunu, iâneten idâre edilip, müderrisinin de Şeyh Mehmed Said Efendi olduğunu yazar.

f. İşleyişi:

Yatağan Medresesi’nde, talebelerin geçimi için bir vakıf söz konusu değildi. Bu sebeple talebeler kendi paraları ile geçinirlerdi. Bir kısmı ailelerinden gelen, bir kısmı da ramazanlarda gittikleri köylerde (cer’den) sağladıkları parayı harcalar, önemli kısmı evinden getirdiği yiyecekleri yerdi. Medrese’de bir mutfak teşkilâtı yoktu. Sadece ekmek pişirmek için bir fırın bulunuyordu (fodla).

Camiin batı kanadında bir bakkal dükkânı olduğu gibi, misafirler için bir de kahve ocağı mevcuddur. Ana girişin yakınında bir ahır vardır. Medresede hamam olmayıp, gusülhâneler vardır.

Kuzey-batı kısmında bir hayli ayakyolu bulunur.

Talabeler yemeklerini yatıp kalktıkları hücrelerde pişirirlerdi. Bu odalar, yani hücreler ilerlemiş talebeye tahsis edilir, yeni gelen bir talebe de, hücre sahibi talebenin yanına, çömez olarak verilirdi. Hücre sahibi ilerlemiş talebe çömezini okutup yetiştirir, buna karşılık çömez de odayı siler süpürür, yemek yapardı.

Medresede öğretim, hasad veya bağbozumundan sonra başlar, bahara kadar yedi-seklz ay devam eder. Bu zaman içinde Ramazan ayı ile bayramlarda tatil edilir. Aynı şekilde salı ve cuma günleri de ders olmayıp, talebe medrese dışına çıkabilir.

Derslere ‘sala’ nidâsıyle başlanır, bu arada hiç gürültü olmazdı. Dersler, daha iyi bilenlerin alttakilere okuttukları bir sıra takib ederdi. Yani çömez ilerlemiş talebeden, ilerlemiş talebe ise icazeti yaklaşmışlardan okurdu. İcâzeti yakın olanlara ise, hocalar ders verirdi. Son ve önemli dersleri Koca Hoca okutur, bu dersler de bitirilince İcazet, yani medreseyi bitirme belgesi alınırdı. Koca Hoca’nın altmış yıllık tedris hayatında on bir defa icâzet verdiği belirtildiğine göre, medrese tahsili ortalama beş sene sürmektedir.

Okutulan dersler dinî bilgilere yönelmiştir. Ali Vehbi’nin belirttiğine göre Koca Hoca, Kâzi Beyzavi’yi, Sahih-i Buhari’yi okutuyordu. Ali Vehbi’ye göre, “köylerde imâmlardan Kur’an ve tecvid okumuş gençler Medrese’de Sarf dan derse başlarlar. Emsile kitabı türkçe tarif edildiği için başlangıçtır. Kolayca ezbelenebilir. Bunu indirdikten sonra Bina, Maksud gibi hiç türkçesi olmayan Sarf ve sırasıyla Avamil, izhar, Câmi gibi nahv ve îsaguci, Tasavvurat, Tasdikat gibi mantık dersleri okutulur. Bundan sonra her ilk şubesine ait kitaplar okunarak icazet alınabilirdi.

Ali Vehbi, kazamızda en çok hafız yetiştiren medreseler arasında Yatağan’ı başta sayar, Yatağan’ı başta sayar.

g. Diğer yaşayış:

Medrese’de iç inzibat işlerini, 1900’lerden sonra, Müderris Said Efendi yürütüyordu. Geceleri avluda bir ışık yanardı. Bu arada talebelerin uyması gereken kaideler, tenbihnameler de asılırdı.

Medrese’de zaman zaman mollalar arasında güreşler de yapılırdı. Çömezler arasında iyi güreşenler çıkardı. Talebelerin Kendi aralarında zaman zaman eğlendikleri de söylenir. Ancak bütün bunlar, medresenin umumi inzibat içinde cereyan ederdi.

h. Hocalar:

Yatağan Medresesi’nde ehocalık, tamamen fahri, yani gönüllü idi. Müderrisler, maişetlerini kendi tarla ve bahçelerinde ürettikleri mahsul ile temin ederdi. Talebenin sadece çok küçük hediyelerine müsamaha edilir, onlardan asla para alınmazdı. Sadece tarla-bahçe işlerinde daha fazla yardımcı olabilirdi.

Netice olarak denebilir ki, Yatağan Medresesi’nde İslâmiyetin özünü en iyi biçimde veren biröğretim hâkim idi. Yüreğil’de açılan ilk mektebin öğretimini gören Koca Hoca, “imkan olsaydı, (talebeler böyle yetişeceğinden), medreseye ilk mektebi bitirmemiş talebe almazdım” demiştir.

Medrese Yatağan’ın sosyal ve İktisâdi hayatını da etkilemiştir. Köye kalabalık bir talebe zümresinin yığılması, İktisâdi bir canlılık da getiriyordu. Ancak musiki vs. gibi hususlar da gittikçe gerilemiştir. Düğünlerde de zaman zaman tartışmalar çıkar. çalgı ve İçki istenmezdi, Ancak bütün bunlara rağmen, medrese ile Yatağan köyü ve bu arada tekke ahenk içinde varlıklarını sürdürmüşlerdir.

2. Hacı Karaca Medresesi:

XX.yüzyıl başlarında, Hacı Karacaların Osman oğlu Hüseyin (bu satırları yazanın dedesi) Efendi’nin idaresinde idi (Ali Vehbi, s.148-49, 166), Bununla beraber medrese, XVIII.yüzyıla kadar gidebilir. Zira yanındaki mescid, 1791 de vefat eden Karacaoğlu Osman Efendi’nin binası idi. Daha sonra oğlu Ömer orada imâm olmuş, bu gelenek devam etmiş olabilir.

1860 yıllarında ünlü olan Hüseyin oğlu Osman Efendi, bu medresede müderris olmalıdır. Nitekim Osman Efendi, Koca Hoca’nın da hocası olarak icâzet vermiştir. Onun oğlu Hüseyin Efendi, 1865 tarihinde doğmuş, tahsilini Aydın’da Tâciye/Dükkânönü Medresesi’nde tamamlayıp, 1317/1900 tarihinde icâzet alarak Yatağan’a dönmüştür. 1917 de vefatına kadar Hacı Karaca Medresesi’nde öğretime devam etti. Çay kenarında olan bu medrese, nisbeten küçük hacimde idi.

3. Apalızade Medresesi:

Yatağan’da, XIX. yüzyıl ortalarında büyük ün sahibi olan Apalızade Mustafa Efendi tarafından kurulmuştur. Muhtemelen 1850’lerde kurulmuş olup, Ali Vehbi’nin dediği gibi “Büyük Medrese’nin kulağı dibinde” idi. Apalı Mustafa Nuri Efendi, 1895 yıllarında vefat etmiştir. Daha sonra oğlu İsmail Hakkı Efendi, medreseyi devam ettirdi. 1913 sonlarındaki vefatından hemen önce Ali Vehbi bu medresenin “İstanbul mezunlarından Apalızâde Hafız İsmail ve kardeşi Mehmed Efendi’ler tarafından idâre edildiğini söylemektedir (s.148, 166).

İsmail Hakkı Efendi’nin 1913 sonlarındaki vefatı, ve birinci cihan harbi sebebiyle bu medrese de çok geçmeden kapanmıştır.

Yatağan’da, medresedeki öğretim kadrosu, talebelerin getirdikleri ile yaşayabilecek iken, kendi tarla mahsulleri ile geçinmişlerdir. Bir başka deyişle, müderrislik geçim kaynağı değil, geçimini ziraatla sağlayan insanlar için tamamen fahrî ve özel bir hizmet olmuştur. Böylesine bir emek ve kazanç ahlâkına sahip Yatağan’da, bu sebebden dolayı en güzel hayır dua “Allah iş-gayıt husası versin” olmuştur.

Kaynak: Tuncer Baykara, Yatağan Her Şeyi İle Tarihi Yaşatma Denemesi, Institute for the Study of Languagcs and Cultures of Asia and Africa Tokyo University of Foreign Studies, 1983.